Yusuf Kaplan

İslam medeniyetinin büyüklüğünü Türklere anlatmak, Batılılara anlatmaktan daha zor

Röportajlar

Hoca’nın Türkiye’den gönderiliş hikâyesi trajik bir hikâye. Kendi ülkesinin beyinlerini koruyamayan hatta dışarıya göndermekte hiç bir sakınca görmeyen yani gözünün yaşına bakmadan, bu ülkenin önünü açabilecek insanları sınır dışı eden, ülke dışına süren bir ruhsuz darbeden bahsediyoruz. Bu kafa ile bir yere gidilmez. Yani bu darbenin bu ülkenin beyinlerini yurt dışına sürmesi bile ne kadar gayri milli olduğunu, gayri insani olduğunu dolayısıyla darbelerin halkın geleceğini, ülkenin geleceğini düşünmediklerini dolayısıyla birilerinin emperyalistlerin sözcülüğünü, gözcülüğünü yaptığını gösteriyor. Yani o açıdan da ilginç bir örnek. Yani sen öyle bir adamı buradan çıkaramazsın. Bir de Fuat Sezgin hocanın kendisinin de yurtdışına gönderilişi konusunda gösterdiği tevekkül, gösterdiği tavır nasıl samimi bir müslüman ile karşı karşıya olduğumuzu da gösteriyor. Ülkesini her hal ve şartta çok seven bir müslüman bilim adamı ile ilim adamı ile karşı karşıya olduğumuzu da gösteriyor. Çok üzülüyorum diyor. Benim bir şekilde ülkeme hizmet etmem gerekir diye çırpınıyorum diyor. Dolayısıyla Almanya’da yaptığı çalışmaları bir şekilde Türkiye’de yapmak için çırpınıp duruyor. Bütün rüyalarına giriyor yani. Bir an önce ne yapıp ne edip benim bu çalışmalarımı Türkiye’ye aktarmam lazım, Türkiye’deki insanlara aktarmam lazım. Çünkü o kurduğu cümleyi hatırlayalım; “İslam medeniyetinin büyüklüğünü Türklere anlatmak batılılara anlatmaktan daha zor” diyor. Ne demektir, nasıl bir şeydir? Bundan büyük bir trajedi gelebilir mi bir ülkenin başına?  Yani bizim yediğimiz darbenin, 200 yıldır yaşadığımız ikinci medeniyet krizi ile birlikte eşiğine sürüklendiğimiz medeniyet değiştirme sürecinin epistemolojik kırılma, ontolojik kopuş sürecinin bizi sürüklediği yer burası.

Ülkenin yaşadığı sorunları çok iyi kavrayan bir adam, ülkesine, medeniyetine âşık bir adam, samimi bir müslüman, onu görüyorsunuz. Onun için ne yapıp ne edip kendisini ülkeden kovanlara inat, kovanlara rağmen her şeye rağmen biz bu ülkenin çocuklarıyız, biz bu ülkenin ekmeğini yedik, tarihi dolayısıyla tarihin, İslam tarihinin, dünya tarihinin yapılmasında kilit rol oynamış bir milletin, ülkenin çocuğu olarak bizim yeniden en azından ortaya konan tarihi, çocuklarımıza genç kuşaklarımıza anlatmamız lazım. Farklılığı ile, zenginliği ile, derinliği ile, o medeniyet birikimini anlatmamız lazım. Genç kuşaklara özellikle ikinci krizden bu yana 200 yıldır yaşadığımız krizden bu yana genç kuşaklarımıza musallat olan aşağılık kompleksini yenebilelim. Bir toplumu nasıl yenebilirsiniz? Genç kuşaklarını aşağılık kompleksinin eşiğine sürükleyerek. Genç kuşaklarını aşağılık kompleksine sürüklediğiniz bir ülkeyi işgal etmenize gerek yok. Zaten zihnen işgal edilmiş, zihnen ele geçirilmiş demektir. Hele de nasıl bir ülke, nasıl bir toplum.

“Ölü olanlar biziz”

Selçuklu ve Osmanlı tecrübesi ile birlikte Eyyübileri de katalım buraya. Bu topraklarda üretilenler, bin yıldır hem İslam tarihinin akışını şekillendiriyor, hem dünya tarihini yapıyor.  Bu tarihin ortaya koyduğu birikimin bilim birikiminin, düşünce birikiminin dolayısıyla mimari, sanat, estetik birikiminin, ahlak birikiminin muazzam olması lazım. Ölmemiş olması lazım. Belki ölü olanlar biziz. Bugün Mevlana’yı çatır çatır 17, 18 senedir Amerika’da en çok okunanlar listesinin başında görüyoruz. Amerika’da adamlar neden Mevlana okuyor? Niye birinci sırada?  Dolayısıyla Mevlana yaşıyor ama biz ölüyüz. Belki de Fuat Sezgin hoca bunu ispatlamaya çalıştı. Yani bir şekilde ruhu diri olan bedenen ölmüş olan bir şekilde ve insanlığın önünü açacak, dolayısıyla insanlığı yeniden diriltecek, hakikat ile buluşturacak bir medeniyetin insanlığa tanıtılması, kendi çocuklarının tanıması ve medeniyet yolculuğuna yeniden çıkılması için yüreğinde bir kor ateş yanıyordu belki de. İlk önce tanıyacaksın, sonra tanıtacaksın sonra da o hakikat medeniyeti ile insanlığı buluşturacaksın.

Burada özellikle dikkat çekilmesi gereken Fuat Sezgin’in hayatında, çalışmasında, gayretinde, cehdinde gördüğümüz, ortaya koyduğu çabada gördüğümüz ilginç özellikler var. Dikkat çekilmesi gereken noktalar var. Mesela şöyle bir sahne hatırlıyorum. Bunu her zaman kendisi anlatıyor zaten. Diyor ki, “bir Müslüman bilim adamının, mesela bir cebircinin, matematikçinin keşif yaptığında, bir şey ortaya koyduğunda, onların o keşfi gerçekleştirirken yaşadıkları coşkuyu yaşadım ben” diyor. Bu, Fuat Sezgin hocada nasıl bir ruh olduğunu gösteren bir şey. Nasıl yüreğinin yangın yerine döndüğünü, dolayısıyla koskoca bir medeniyet birikimini, o medeniyetin ruhunun yeniden insanlığa ruh üfleyebilecek, ruhunun yok edilmesinin kabul edilemeyeceğini. Dolayısıyla o ruhun hatırlanması, hatırlatılması için gecesini gündüzüne niçin kattığını gösteren bir hadise bu.

Fuat Sezgin hoca bir deha, bir dahi. 1000 küsur cilt İslam bilimine ilişkin yazılmış bütün kaynakları topluyorsun. Bunların hepsine sunuş yazıyorsun. Bunların hepsini yayınlatıyorsun kitap olarak. Yurt dışına gitmesi özellikle. Avrupa’da modern akademinin kurulmasında kilit rol oynamış. Almanya’ya gitmiş olması, şu an Almanya o özelliğini korumuyor aslında ama kurucu bir özelliği var. Yani Amerika’daki üniversitelerin kurulmasını, araştırma tekniklerinin 19. yy sonlarında geliştirilmesinde Almanların, Alman üniversitelerinin çok ciddi bir rolü var. Fuat hocanın Alman araştırmacılığı ciddiyeti, dikkati, disiplini ile oradan beslenmesi daha iyi olmuş. Takdir-i ilahi, kendisi de öyle diyor. Bizim için hayır olan şey şerdir. Şer olan da hayırdır. Ama ülkeyi terk etmesi, haksız bir şekilde ülkeden gönderilmesi insanın kanına dokunuyor. Fakat bıkmıyor, yılmıyor İslam bilim tarihine yönelik 1000 küsur cilt metni topluyor, hepsine sunuş yazıyor ve bunların hepsini kitaplaştırıyor. Bunlar herkesin yapabileceği bir şey değil. Bunları tasnif ediyor. Bunlar yığma bilgiler değil. Bunların hepsini teker teker tasnif ediyor. Burada ne var. Aslında uygun sunuşlar yazarak bu yapılan çalışmaların neye tekabül ettiğini, felsefesini, ruhunu geleceğe ilişkin nasıl ışık tutacağını yazıyor olması aslında bir deha ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.

“Üç Fuat Sezgin”

Ben üç Fuat Sezgin olduğunu düşünüyorum. Bir âlim, ikincisi arif, üçüncüsü hakîm. Bizim medeniyet yolculuğumuzun üç sütunu olarak ilim, irfan ve hikmet yolculuğu. İlim ve irfanla yoğrulma hikmet ile doğrulma.  Bu kendi kişisel serüveninde hayat hikâyesinde bu üç yolculuğu da yaptığını görüyoruz. İlim yolculuğu bilme yolculuğu. İrfan yolculuğu bulma yolculuğu, bulmanın ve bilmemin coşkusunu yaşama yolculuğu, hikmet yolculuğu da olma yolculuğu. Bir şekilde kendini aşması insanın. Yani âlim, arif ve hâkim, bunlar öncü kuşaklar. Bunlar bizim medeniyetimizin öncü kuşakları. Bu kavramların karşılığı yoktu. Ülkede ilim, irfan, hikmet deyince çok sıradan şeylerden bahsettiğimizi görüyoruz. İnsanlar öyle algılıyor. Bir karşılığı yok.  Hâlbuki bunlar bir medeniyetin kilometre taşları. Yapı taşlarını döşemenin kilometre taşları bunlar. Çağımızda tüm bunlara sahip kim vardır diye baktığımızda çok fazla isim bulamıyoruz, zorlanıyoruz. Medeniyetin çökmesi de biraz bu arif, âlim insanların tipolojisinin çökmesiyle gerçekleşti. Yani ulema gitti medeniyet bitti. Ulemayı hem hikmetle hem irfanla uğraşan bir insan olarak düşünmemiz lazım. Mesela Hz. Mevlana, ondan bahsettik. Bizim geleneğimize bakın bunu görürsünüz. Özellikle Selçuklu, Osmanlı geleneğinde bunu görürsünüz. Bu çok enteresan bir şeydir. İlim yetmez. Aynı zamanda onun irfana dönüştürülmesi lazım. Yani kişinin kendi kendisini bildiklerini hayata geçirmeye vakf etmesi lazım, adaması lazım ki hikmet lütfedilsin. Kişi bildikleri ile amel edecek ki, bildiklerini halka aktaracak ki Allah Teâlâ bilmediklerini o kişiye lütfedecek. Nedir bu? İşte bu hikmettir. Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz enteresan bir şekilde bu ilim, irfan ve hikmet yolculuğunu hayata geçiren bizim önümüzü açacak olarak tarif ettiğim öncü kuşağın en mükemmel temsilcisi. Fuat Sezgin hoca, Turgut Cansever aynı şekilde. Sezai Karakoç şu an yaşayanlardan. Aynı şekilde devasa insanlar bunlar. Bu isimler, çağlarının 50, 100, 200 sene ötesinde yaşayan insanlar. Dolayısıyla öncü kuşaklar. Bu öncü kuşağın profili en önemli temsillerden birisi. Dolayısıyla öncü kuşaktan kastettiğim şu. Fuat Sezgin’in kendi hayatında gördüğümüz bir özellik bu.  Bu kuşa, önümüzü açacak ilim, irfan, hikmet yolculuğu yaparak önümüzü açacak. İlimle yoğrulacak, irfanla yoğrulacak, hikmet ile doğrulacak dolayısıyla bizi doğrultacak bir yolculuk çıkacak ortaya.

Öncü kuşaklarda aradığım özellikler şunlar benim. Birincisi bu dünyada yaşayacak ama bu dünyayı yaşamayacak. Kendisini hakikate adayacak. Fuat Sezgin böyle biri.  Musa Serdar Çelebi Almanya’daki birlikteliklerinde tanık olduğu hikâyedir malum. 43 sene Frankfurt’un merkezine, eğlence merkezine, alışveriş merkezine gitmemiş bir adamdan söz ediyoruz. Kendini işinden evine, evinden işine adamış. Yani böyle bir kişi işte bu, dünyada yaşayacak ama bu dünyayı yaşamayacak. Bu dünyayı aşacak. Bu dünyanın geçiciliğini aşacak. Çağrısı çağını kuracak bir yolculuğa çıkacak bir insan Fuat Sezgin. Burada Fuat Sezgin’in Buhari’nin kaynaklarını araştırarak bu işe başladığını, bilim tarihi yolculuğuna başladığını görüyoruz. Bunu atlamamak lazım. Bazen atlandığını görüyorum ben. Fuat Sezgin biyografilerinde, konuşmalarında kuru bir bilim tarihi var gibi algılıyoruz. Hayır, adamda bir ruh var bunu unutmayalım. Adamı harekete geçiren şey o ruh. Bir âlimin yaptığı buluşun o âlime yaşattığı coşkunun, bizatihi o âlimin buluşunu inceleyen Fuat Sezgin’e de nasıl yaşattığını söyledim. O ruh olmazsa bu kadar çalışmayı yapamaz zaten. Frankfurt’un merkezindesin ama insanların coştuğu, alışveriş yaptığı, eğlendiği, şatafatı görmüyorsun. Dünyayı elinin tersi ile itmek bu. O ruh olmazsa olmaz. O ruh ilk önce hadislerin kaynağını araştırmaya gitti. Özellikle Buhari’ye büyük saldırılar vardı. Buhari’nin kaynaklarını araştırmaya gitti. Şimdi bir hadis tarihi araştırması diye bakmamak lazım sadece. Buhari’nin kaynaklarını araştırmasına oryantalizmi çökerten bir çalışma olarak bakmak lazım. Oryantalizm üzerinden Müslüman ilim adamlarını, entelektüelleri aşağılık kompleksine sürükleyen bir diskur, bir söylem üretildi. 200 yıldır bizi perişan eden şey bu. Dolayısıyla hadislerin sahte olduğu, Kur-an’ı Kerim’i,  haşa Hz. Peygamber’in icadı uydurması olduğu yani bu konuları sözde ispatlamaya çalışıyorlardı. Tonla çalışma yaptılar. Tabiki burada 2 tür oryantalist çalışmadan bahsedeyim. Biz vicdansız, insafsız insanlar olamayız. Böyle bir şey yok. Bir taraftan bir müspet oryantalizmden bahsedebiliriz. Gerçekten İslam bilim tarihini, düşünce tarihini, sanat tarihini, medeniyet tarihini araştıran bu konuda ön yargısız bir şekilde ortaya konan birikimi anlamaya ve insanlığa anlatmaya çalışan oryantalistler var. Hala onları aşabilmiş değiliz. Hala İslam medeniyet tarihine ilişkin, felsefesine ilişkin en büyük çalışma Marshall G.S. Hodgson’ın çalışması. O adam da hayatını üç kitaba vakfetti Şikago üniversitesinde. O yüzden edepli olmamız lazım. Haddini bilerek konuşmak lazım. Hak yiyen bir adam, insanlığın önünü açacak, takdirini kazanacak bir iş yapamaz o yüzden, Fuat Sezgin de haklarını teslim ediyordu. Bir müspet oryantalizm var onlara sadece şükran borcumuz var teşekkür borcumuz var. Bir de menfi oryantalizm var onlara da çok dikkatle yaklaşmamız lazım. Onlar bir şekilde İslam’ın dönüştürülmesi,  fosilleştirilmesi, İslam’ın içinin boşaltılması, İslam’ın protestanlaştırılması projesi çerçevesinde hadislere saldırıyorlar, mezheplere saldırıyorlar, Hz. Peygamber’e saldırıyorlar sonra sıra Kur-an’ı Kerim’e gelecek. Burası çok önemli.

“Fikir ve oluş çilesi yaşanmadan hakikat ortaya çıkmıyor, hakikat çıkınca da tadından yenmiyor”

Fuat Sezgin’in bunu görmüş olması, o yüzden hadislerin İslam’ın anlaşılmasında, İslam’ın kurucu kaynakları olarak Kur-an’ı Kerim ve hadisler olarak oynadığı kilit rolü kavraması ve kaynakları yeniden canlandırarak, hayata geçirerek yeni bir yolculuğun gerçekleştirilebileceğini kavradığını gösteriyor bize. Bu çok önemli bir şey.  Fuat Sezgin kuru bir bilim tarihçisi değil. Düşünün, 1000 küsur ciltlik bir çalışma ancak Frankfurt gibi bir yerde yapılabilirdi. Burada yapamazsın, burada mümkün değil. Fitne fesat ayağını kaydırırlar maalesef, gerici, yobaz öyle damga da yersin hatta. Nefes aldırmazlar sana. Fikir ve oluş çilesi yaşanmadan hakikat ortaya çıkmıyor. Hakikat çıkınca da tadından yenmiyor. Hakikatin izini sürüyorsunuz o zaman. Yani Buhari’nin kaynaklarından başlaması, bütün İslam tarihindeki ilimlerin kaynağının hadisler olduğunu görüyor. Bunu fark ediyor. Hadis usulünün, hadis rivayetleri tahkik usulünün senet zincirinin incelenmesi dolayısıyla kaynağının araştırılması, tashih edilmesi, tasdik edilmesi sureci muhteşem. Yani haberi aldığınız kişinin güvenilir olması lazım. Onun her bakımdan güvenilir olması lazım. Yalan söylememesi lazım. Ahlaklı olması lazım. Bütün bu özelliklerini tetkik ederek, tahkik ederek bir araştırma ortaya koyuyorsun. Bir haber ile ilgili muhteşem bir şey bu. Buradan tarih bilimi doğuyor işte. İbn-i Haldun kendi tarih bilincini geliştirirken hadis tahkik usulünü esas aldığını söylüyor. Bunu birilerinin çıkıp keşfetmesi lazımdı. Birilerinin hadislere yapılan saldırıyı püskürtmesi lazımdı. Hz. Peygambere yapılan saldırıyı püskürtmesi lazımdı. Bu saldırıları püskürttüğünüz zaman Kur-an’ı Kerim’e yapılacak saldırıyı da püskürtmüş oluyorsunuz. Peygamberi devre dışı bırakan bir din kısa devre yapar. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in devre dışı kaldığı bir dinin, önüne gelenin kendisini peygamber yerine koyacağını ve dolayısıyla tarumar edileceğini bilmemiz lazım. Yani protestanlaştırma projesi bu. Bunları kavramış birisi “Buhari’nin kaynakları” diyor. Kitabının ismi bu. Tarih ilminin, bilim tarihinin geliştirilmesinde de hadislerin kilit rol oynadığını ispatlamış oluyor. Kaynakların tahkik edilmesi, tahkik süreci bilim tarihinin araştırılması kurulması sürecinde de görüyoruz ki, kurucu bir adam. Bilim tarihini nasıl yazabileceğimizi, bunun metodolojisini geliştirmiş bir öncü bilim adamından bahsediyoruz. Dolayısıyla şöyle bir cümle kurabiliriz. Fuat Sezgin ile birlikte, bir Fuat Sezgin’den önce bir bilim tarihi var. Bir de Fuat Sezgin’den sonra bilim tarihi var. Bunu çok net söyleyebiliriz. Sadece İslam bilim tarihi ile ilgili kurmuyorum bu cümleyi. İnsanlığın bilim tarihi ile ilgili yapılacak çalışmalarda perspektifi, ön yargısız yaklaşımı, samimiyeti, adanmışlığı, o adanmışlığa rağmen araştırdığı kaynağa haksızlık etmemeyi yani başka bir medeniyete ait bir araştırma kaynağı olabilir, başka bir medeniyete ilişkin bir araştırma durum söz konusu olabilir ona sadakat göstermeyi, dolayısıyla başka bir medeniyetin birikimi ile tanışmanın, oradan beslenmenin zenginleşme olacağını onun da coşkusunu da yaşamayı bize öğretiyor.

“Dehasını, ahlakına borçluyuz”

Ben Fuat Sezgin hocanın dehasını ahlakına borçlu olduğumuzu düşünüyorum. O yitirdiğimiz ama farkında olmadığımızı, tepe tepe tekmelediğimiz hazinenin keşfine kendini adamış bir ahlak o. Gecesini gündüz yapan, bütün hayatını bu yitik hazineyi keşfe ve kendi ülkesinin çocuklarına, gençlerine, insanlarına sunmaya adamış bir kişi. Yani ahlakı, dehasının kaynağı bence. Bu toplumun 200 yıldır yaşadığı medeniyet krizi bizim aşağılık kompleksine sürüklenmemize yol açtı. Bizim çocuklarımızın aşağılık kompleksinden arındırılması lazım. Bunu iyi bilmemiz lazım. Aşırı özgüvene de ihtiyacımız yok. Çünkü aşırı özgüven de aşağılık kompleksi kadar tehlikelidir. Çünkü kibire sürükler ve olup biten şeyleri görmezsiniz. Kendi kuyunuzu kendiniz kazarsınız. Yani Osmanlı’nın çöküşünün gerekçelerinden birisi aşağılık komplesi değil tam tersine aşırı özgüven duygusu. Bizim 200 yıldır toparlanamayışımızın nedenleri biri aşağılık komplesi. Dolayısıyla eğitim sisteminin, kültür hayatının, düşünce hayatının, medya, sanat hayatının aşağılık kompleksinden arındırılması lazım. Ülkenin, ülkeyi yöneten insanların, eğitim kurumlarının entelektüel, kültürel, sanatsal iktidarın, çevrelerin ülkenin kendisinin insanlarının bu konuda üzerine düşeni yapması lazım. Asıl kaybettiğimiz yer burası. İkide bir konuşup duruyorlar yenildik, geri kaldık. Hayır, biz yenilmedik. Biz asıl yenildik dediğimiz zaman yenildik. Onlar kazanmış olabilir ama biz kaybetmedik. Yani onlar bu dünyayı kazandı biz hakikati kaybetmedik. Yani Osmanlı bilfiil bedenen tarihten çekildi uzaklaştırıldı. Ama bil kuvve yaşıyor. O ruh yaşıyor. O yüzden kapitalizme direndi. Osmanlı kapitalizm direndi onun için çöktü. Batılılar kazanmış olabilir. Batılılar dünyayı kazandılar tarumar ettiler ama biz kaybetmedik. Biz ruhumuzu kaybetmedik. Bu çok önemli bir şey. Toparlanacağız çok büyük darbe yedik. Müslüman zihni göçtü. Müslümanca yaşama zemini göçtü. Müslüman zamanı yerle bir oldu. Tamam kabul. Zaten Fuat Sezgin gibi öncülerin derdi de zihnimize yeniden kavuşturacak, bizi zeminimize kavuşturacak medeniyet birikimini o ruha dolayısıyla o medeniyetin dünyasına ulaştıracak.  O medeniyetin zamanını yeniden inşa etmemizi sağlayabilecek bir yolculuk yapması. Çok önemli.  Dolayısıyla burada Fuat Sezgin üzerinden bizdeki aşağılık kompleksini toplumun bütün kesimlerinde, kurumlarında perişan eden aşağılık kompleksini aşabiliriz. Fuat Sezgin’i iyi öğreterek. Fuat Sezgin’in metodolojisini iyi öğreterek. Ortaya koyduğu çalışmanın sadece Fuat Sezgin’i anlama açısından değil aynı zamanda yok edilmeye çalışılan bir medeniyetin nasıl yok edilmeye çalışıldığını, nasıl üzerinin örtülmeye çalışıldığını nasıl bu medeniyetin birikiminin bir şekilde buharlaştırılmaya, hasıraltı edilmeye, tarihin çöp sepetine itilmeye çalışıldığını göreceğiz. Bizim aslında geleceği nasıl inşa edeceğimizin ipuçlarını oradan yakalayacağız. Yani Fuat Sezgin’in çalışmasını incelediğimizde ne göreceğiz orada, mesela Cezeri İslam medeniyetinde, bir asırda çıkıyor. İslam medeniyetinin ilk asrında çıkıyor bu insanlar, kurucu insanlar. Batı’da, Batı uygarlığında 6 asır, 7 asır, 8 asır sonra çıkabiliyor. Bu çok önemli bir şey. Yani İslam medeniyeti doğduğu andan itibaren bütün medeniyetlerle yüzleşti.  Hint, Çin, Mısır, Mezopotamya, Grek havzası, hepsi ile ilk asrında yüzleşti. Hepsinden beslendi. Hepsini besledi.

“Kant’ın damarlarında Gazali dolaşır”

Avrupa’yı tarihe kışkırtan, Avrupalıların kendi köklerini keşfetmesini sağlayan biziz. Biz olmasak başaramayacaklar. Denediler beceremediler. İskenderiye’de 8 asır uğraştılar başaramadılar. Paganizm, Helenizm, Grek düşüncesi Hristiyanlığı yuttu dönüştürdü. Bunu başaramadılar kendileri. Biz Batılılara Greklerle imajinaktif bir şekilde, verimli, yaratıcı bir şekilde nasıl irtibat ilişki kurabileceklerini gösterdik. Bizden öğrendiler. Bu nedenle her hal ve şartta hakikatin izini sürüyor olmamız ve beslendiğimiz kaynakları inkâr etmeyişimiz ve onlara şükran borcumuzu ödememiz. Farabi Aristo’ya benim hocam, üstadım diyor. İbn Rüşd’den, İbn Sina’dan, Gazali’den çok beslendiler ve bunun kaynağını da çok gizlediler. Özellikle Gazali’den. Descartes, baştan sona Gazali. David Hume, Gazali. Kant’ın damarlarında Gazali dolaşır. Bunları insanların oturup çatır çatır araştırması lazım. Fuat Sezgin’in bıraktığı yerden bu şekilde devam edebiliriz.  Bizim ortaya koyduğumuz birikim Batı uygarlığının kurulmasında ne kadar etkili oldu?  Bizim kendi medeniyet yolculuğumuzu, insanlığın önünü açabilecek medeniyet yolculuğunu nasıl başlatabileceğimizin izini sürmeliyiz. Eğitimde, kültürde, sanatta,  düşünce hayatında, medyada bu medeniyeti hem keşfetme süreci dinamiklerini, ruhunu hem de insanlığa ulaştırma, yolculuğa çıkma coşkusunu da bizim Fuat Sezgin’den almamız, öğrenmemiz lazım.

“Türkiye’nin acilen Fuat Sezgin bilim tarihi üniversitesi kurması lazım”

Benim Fuat Sezgin ile ilgili özellikle söylemek istediğim bir şey var o da şu. Çok açık ve net söylüyorum Türkiye’nin acilen Fuat Sezgin Bilim Tarihi Üniversitesi kurması lazım. Uluslararası Fuat Sezgin Bilim Tarihi Üniversitesi. Bütün insanlığın bilim tarihini araştırmalı burada. İlk önce bizim bilim tarihimizi araştırmalı. Bilim, kültür ve düşünce tarihimizi yani insanlığa sunduğumuz birikimi deşifre edecek, ortaya koyacak, o birikimi oryantalist bakış açılarından ayıracak. Sadece kuru bir bilim tarihi değil. Aynı zamanda ortaya konan o birikimi dönüştürmeye dönük, ruhunu yok etmeye dönük sinsi çalışmaları, negatif oryantalist perspektif çalışmaları deşifre edip insanların önüne koyacak. Özellikle araştırmacıların önüne koyacak. Dolayısıyla bizim ortaya koyduğumuz birikimin ruhunu keşfetmemizi hem de o birikimden nasıl beslenebileceğimizi, kafa yormamızı sağlayacak bir Fuat Sezgin Uluslararası Bilim Tarihi Üniversitesi. Bunu kurması lazım. Bunu kurmazsak hayırsız evladız demektir. Bu kadar muazzam çalışmalar yapmış, gecesini gündüzüne katmış, kendini adamış ülkesine, inandığı dinin medeniyet birikimine adamış bir insana ancak böyle borcumuzu ödeyebiliriz. Uluslararası bilim tarihi ödülleri de ihdas etmesi lazım. Fuat Sezgin üzerinden büyük küçük ödüller ihdas edilebilir. Fuat Sezgin’in üzerinden biz hem kendimizi keşfedebiliriz, hem de dünyayı fethedebiliriz.

Yusuf Kaplan
İslam medeniyetinin büyüklüğünü Türklere anlatmak, Batılılara anlatmaktan daha zor.
Başa Dön
Röportajlar