MUSTAFA KAÇAR

Bu bir meydan okumadır.

Röportajlar

1984-1985 yıllarında İstanbul Üniversitesi'nde bilim tarihi ana bilim dalı kurulduğunda ben o bölümün daha sonra (daha sonra bilim dalının) ilk asistanıydım. İlk asistanlık dönemimizde Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu bu enstitüyü, bu ana bilim dalını kurmuştu. Aynı zamanda IRCICA’nın da genel direktörüydü. İslam bilim tarihi üzerine çalışma yapan dünyadaki bilim tarihçileri konusunda, Fuat Sezgin’i ilk ondan duymuştuk. Fuat hoca adeta bizim için bir efsane olmuştu. Daha sonra özellikle 2000’li yıllarda İstanbul Üniversitesi, Fuat Sezgin Hoca ile ilgili bir fahri doktora sürecini başlatmıştı. Fakat her ne kadar bu süreç tamamlanmamış olsa da bu süreçte Fuat Hoca’nın takdimi için gerekli bibliyografik ve biyografik çalışmayı bizzat ben yapmıştım. Tabii bizim için gerçekten bilim tarihçisi olarak adeta bir efsane gibiydi ve çalışmalarını, bibliyografyasını, biyografisini hazırlarken de bunun boşuna olmadığını daha o zamanlar anlamış ve keşfetmiştim. 2006 veya yanılmıyorsam 2007 yıllarında bu teşebbüs mevcuttu. Fakat daha sonra sebebini tam olarak anlamadığımız bir şekilde senato bu tarihi doktora teklifini geri çekti ve geçtiğimiz yıllara kadar, yani 2013 yılına kadar bu gündeme bir daha gelmedi.

En mutlu olduğu zamanları, öğrencilerle sohbet ettiği zamanlardı

Fuat Sezgin Hoca’nın tanışıklığımız da 2013 yılında Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi'nde bilim tarihi bölümü kurulması ile ilgili olarak teklif gelince ben İstanbul Üniversitesi bilim tarihi bölümünden emekliye ayrılarak burada bilim tarihi bölümünü kurmak üzere hala devam ettiğim Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nin bölümüne, Edebiyat fakültesine geldim. Tabii burada öncelikle Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nin bilim tarihi bölümünün münhasıran İslam dönemi bilimsel çalışmalarına teksif edildiğini, odaklandığını ve bu projenin arkasında da Fuat Sezgin Hoca'nın olduğunu biliyordum. Bu vesileyle bizim tanışma ve teşrik-i mesaimiz başlamış oldu 2013 yılında. Önce müfredatın belirlenmesinde, daha sonra öğrenimin ve yöntemlerin belirlenmesinde ve öğrencilerin seçimine varıncaya kadar hemen hemen her alanda teşrik-i mesai ve onun özellikle tavsiyeleri, teklifleri ve direktiflerini biz burada gerçekleştirmek için bir gayret içerisinde olduk. Çok geçmeden Fuat Sezgin Hocamız biraz ümitli olarak İstanbul'a gelmeyi ve bilim tarihi çalışmalarını İstanbul'dan sürdürmeyi kabul etmiş, hatta ikna olmuş durumdaydı. Elbette bu süreçte özellikle Sayın Cumhurbaşkanımızın onu Frankfurt'ta ziyareti ve daha sonra İstanbul'a ihtiyaç duyulacak hemen her şekilde kütüphanesi, müzesi, enstitüsü, bölümü, ne gerekiyorsa kurumsal olarak her türlü imkânı onun emrine tahsis etmesi ile Türkiye'de İslam bilim tarihi araştırmaları bir ivme kazanmış oldu. Elbette 30 Haziran 2018 yılında vefatına kadar geçen bu 5 yıllık sürede biz özellikle öğrencilerle ilgili toplantılarda hep birlikte olduk. Çünkü Fuat Hoca Türkiye'de bilim tarihi çalışmalarının ancak ve ancak bu kurulan kurumlarda ve onun istikametinde yönlendirmesiyle gerçekleşeceğine inanır ve gençlere, öğrencilere çok önem verirdi. Hatta onlarla bir arada olmaktan, onlarla sohbet etmekten, onların sorularına cevap vermekten, ki bunları sabırla dinler ve gerçekten onlara iltifat eder ve onları önemserdi, sabırla dinleyip cevaplarını verirdi ve belki de en mutlu olduğu zamanlar arasında bu öğrencilerle olan toplantısını sayabiliriz.

Fuat Sezgin hocam memnundu bölümün kurulmasından, enstitünün kurulmasından, müzenin işleyişinden, özellikle öğrenciler, lisans öğrencilerimiz başarılarını yavaş yavaş gösterip hocanın karşısında imtihanları verdikten sonra hoca bir kat daha ümitvar olarak, gelecekten, Türkiye’de İslam bilim tarihi araştırmalarından ümitli olarak memnuniyetini sık sık dile getirirdi. Kurum ve ilişkilerimiz aşağı yukarı böyle. Tabii hoca çok çalışkan biriydi. Çok çalışırdı ve açıkçası bütün işleri de bizzat takip ederdi. O yüzden çalışmalarını hiç ara vermeden, özellikle de GAS’nin, onun şaheseri, “masterpiece” dediğimiz ustalık eserinin son cildinin hazırlanmasında da yine onun ifadesi ile son zamanlarda her ne kadar 13 saate düşmüş olsa da günde 16-17 saat çalışma periyoduyla yahut da son limitiyle adeta o eseri bitirmeye uğraşmıştır.

“Üzerine en çok titizlendiği eser…”

Hoca özellikle coğrafya cildine çok büyük önem ve gayret emek sarf etmiştir. Son bölümü dediğiniz gibi, ancak şunu da söylemek gerekir; bunlar tabii ki yayınlanmadı ama müsveddeleri, daha doğrusu çalışma notları mevcut vaziyette. Bu bitmedi demektense bitecek bir durumdadır. Tamamlanmamış olsa bile zaten dünyada hiçbir eseri kimse tamamlayamamıştır. Ancak kaldığı yerden ümit ediyorum ki öğrencileri, takipçileri bunları tamamlama imkanına ve yetisine sahip olacaklardır. Şu anda tercümeleri gerçekleştiriliyor ki bu da büyük bir projedir. Özellikle burada Prof. Dr. Fuat Sezgin Araştırmaları Vakfı'nı tebrik etmek gerekir ve çok önemli, çok büyük bir işi başarmış durumdalar. Çünkü bu bahsettiğimiz 18 ciltlik eser gerçekten büyük bir eserdir ve bunun Türkçeye çevrilmesi, ki Fuat Hoca’nın titizlikle üzerinde durduğu eserdir ve titizliğini daha da ön plana çıkardı bu eseri. Türkçeye çevirmek kolay değil. İstanbul Üniversitesi'nin özellikle oluşturduğu heyet, ki bu heyet içerisinde hem Almanca bölümü hocalarımızdan Prof. Dr. Mahmut Akkuş Bey’in de idaresinde önemli çalışmalar yapılıyor, hem Arap dili ve edebiyatı bölümünden özellikle Sayın Prof. Dr. Hüseyin Yazıcı Bey’in idarelerinde ve kontrollerinde ve tabii çok sayıda arka planda hatta şu anda isimlerini sayamayacağım arkadaşlarımız, hocalarımız orada bu eserin Türkçeye kazandırılması için büyük bir gayret ve büyük bir emek sarf ettiler. Burada vakıf fonları her şekilde hem destekledi hem her ihtiyaçlarını karşıladı, her hususta onların yanında durdu ve bu eser de çok yakın zamanda inşallah yayın hayatına girmiş olacak, bu da Allah gani gani rahmet eylesin, mekânı cennet olsun, Fuat Hocamız bu hususta huzur içinde yatacaktır diye düşünüyorum.

“Ne aradığını bilen veya nerede bulacağını arayan insan için define haritası gibi”

Elbette bu bir gelenektir. Belki de Fuat Hocamızın yapmış olduğu bu İslam yazımı, her türlü bilim eserinin günümüze ulaştırılması çabası, çalışması bir İslam geleneğidir. İslam medeniyetinde bunun örnekleri mevcuttur ve çok sayıdadır. İşte İbnü’n Nedîm’den tutun el-Fihrist'ten tutalım 17’inci yüzyılda bu geleneğin belki de Osmanlı dönemindeki en önemli temsilcisi Kâtip Çelebi'nin Keşfü'z-Zünûn’nunu ve akabinde Süllemü'l-vüṣûl 10 cilt kadar muazzam bir bibliyografi çalışmaları bir İslam geleneğidir. Tabii 19’uncu yüzyılda özellikle Avrupa'da şarkiyatçılık ön plana çıktığı dönemlerde çok sayıda şarkiyatçıda özellikle İslam bilim eserlerinin, daha doğrusu İslam edebiyatının (Burada edebiyatı literatür olarak dillendirmek istiyorum, yoksa edebi sanatlarla ilgili değil. Entelektüel üretimlerin tamamını kastediyorum) üzerinde çalışmalar yapmışlardır. Carl Brockelmann gibi, yine Mısır’da ve İslam dünyasında da bu tür çalışmalar yapılmıştır. İslam medeniyetinin ve İslam alimlerinin, Müslüman alimlerin üretmiş oldukları entelektüel birikimleri anlatan eserler, bunların kim tarafından, ne zaman yazıldığı konusu, yazması veya bu alandaki diğer bu bilimdeki diğer eserlerle ilişkileri şeklinde. İşte bunların şerhleri, haşiyeleri, hamişeleri yahut muhtasarları hatta urcuze dediğimiz İslam döneminde çok önemli bir pedagojik eserdir bunlar. Nazım şeklinde bilimleri öğreten, mesela Urcûze fi'ṭ-ṭıb, nazım şeklinde, şiir şeklinde öğretiyorlar. Yani matematiği, astronomiyi de keza bütün bunları kaydeden bir gelenektir. Fuat hocamız aslında bir şeyleri fark etmiştir. Bu fark ettiği de benim kanaatime göre Batı’da yapılan çalışmaların kifayetsizliği ve Batı’da yapılan çalışmaların İslam bilim tradisyonu ve İslam bilim tasniflerine uymaması şeklinde bir yaklaşımla bunu İslam tradisyonuna uygun ve İslam bilim tasniflerine yönelik, ya İslam ilim tasniflerine uygun bir şekilde yeniden ve yeni bir şekilde ele almasıdır. Eser adeta ne aradığını bilen veya nerede bulacağını arayan insan için define haritası gibidir. Burada siz eğer fizik konusunda bir çalışma yapacaksınız, günümüz fiziğinin geçmişte nerelerden bugüne geldiğini araştırmak istiyorsanız Fuat Hocanın özellikle İslam döneminde fizik alanında yapılan çalışmalarını muhakkak görmeniz gerekir. Böylelikle en son noktada bize sunulan bilgilerin ne kadar tam veya ne kadar doğru veya ne kadar yanlış olduğunu siz bizzat kontrol etme imkânına sahip olursunuz. Bunu tabii ilk söyleyen Fuat Sezgin Hoca olmamıştır ve dikkat ederseniz Fuat Hoca kendisi çok önemli bir şarkiyatçının talebesidir. Özellikle batıdaki bazı oryantalistler için övgüyle bahseder onlardan. Mesela Wiedemann gibi insanlar. Yani onlar, Ritter gibi, bu Carl Brockelmann gibi önemli oryantalistlerden övgüyle bahseder. Çünkü dediğimiz gibi Batı’da, Avrupa'da özellikle 19’uncu yüzyılda Doğu’ya karşı bir adeta moda gibi bir Doğu’ya yöneliş söz konusudur. Bu yöneliş aslında bizim İslam bilim tarihi araştırmamızda da bir nebze, bir nebze değil gerçekten başlangıçta çok önemli bir itici güç olmuştur. Çünkü bazı Batılı oryantalistler üzerinde oturduğumuz define hazinenin kıymetini bize göstermişlerdir. Ama bazıları da ne yazık ki Doğu’yu adeta istila edercesine sanat ve bilim eserlerini kendi ülkelerine kaçırmışlardır. Bir nevi biz burada tırnak içinde, hani yumuşatarak söyleyecek olursak hırsızlık yapmışlardır daha da yumuşatamadım, istila etmişler diyelim ve bunların müzelerde boy boy resimleri heykelleri asılmıştır bu hırsızların. Elbette işin bir de bu tarafı var ve çoğu zaman bilhassa pozitivizmin ve natüralizmin daha sonra nasyonalizmin bir dünya görüşü olarak Batı’da ortaya çıkması ile birlikte bu etkileme, bu düşünce akımları Osmanlı ve daha sonra Türkiye’yi de etkilemiştir.

“Tek başına bile, bir uyanışın temsilidir”

19’uncu yüzyılda Batı’da, Avrupa'da ortaya çıkan pozitivist natüralist akımlar, hatta 20’nci yüzyıldaki rasyonalist akımlar elbette Osmanlı'yı ve daha sonra Türkiye'yi de derinden etkileyecektir ve bu süreç içerisinde Batı bilimi ön plana çıkarken İslam bilim ve gelenekleri tabii ki unutulmayacaktır. Hatta zaman zaman da dışlanacaktır. Elbette bu günümüze kadar baktığımızda Türk dünyasında hatta bütün İslam dünyasını da buna dahil edebiliriz, bir komplekse yol açacaktır. Bu komplekste bugünkü modern bilimin ve teknolojinin tek merkezden ve Batı’dan ortaya çıktığı ve bütün dünyaya yayıldığı; dolayısıyla Doğu’da, İslam dünyasında ve Türkiye'de herhangi bir bilimsel çalışmanın yapılmadığı şekildeki yanlış inanç hâkim oldu. İşte Fuat Hoca, Fuat Sezgin Hoca bu yanlış inancı, bu yanlış kabulü, bu çaresizliği ortadan kaldırmak için herhangi bir komplekse hatta onun da tabiriyle herhangi bir aşağılık kompleksine kapılmamıza gerek olmadığını ve Batı’nın bugünkü ihtişamlı veya gösterişli bilimsel ve teknolojik gelişmesinin esnasında İslam alimlerinin icatları, çalışmaları, düşünceleri, sanatı ve bilimsel keşiflerinin yattığını anlatmasıdır. Bu çok önemlidir ve gerçekten bu sadece tek başına bile ülkemize yeni bir uyanışın temsili olabilir. Bu uyanış önemlidir. Çünkü biz hemen hemen her konuda Batı’nın ortaya koymuş olduğu bilimsel sonuçları kabul ediyor ve değerlendiriyoruz ve ona göre hayatımızı bile, günlük hayatımızı bile yönlendiriyoruz. Ama muhakkak öyle olmadığını bu eserlerin bu çalışmaların bir geçmişi olduğunu bilmemiz gerekir.

Kayıp ilk haritanın izinde

Fuat Sezgin Hocamız önemli keşiflere de imza atmıştır. Yani İslam bilim insanlarının yapmış olduğu ve bugün Batı’da hiç adı anılmayan bazı keşifleri de anlatmıştır. Bunlardan biri ise ilk ilk dünya haritasının el-Me'mûn zamanında Hârizmî'nin de içinde bulunduğu bir heyet tarafından bizatihi arazide, çölde ölçüp yapılarak gerçekleştirildiğini görüyoruz. İşte bu haritanın kaybolduğu düşünüyordu ve Fuat Hoca onu 14’üncü yüzyıl bir yazmasında el-Me'mûn haritasının bir versiyonuna ulaştı ve onu bütün dünya bilim alemine takdim etti. Bugünümüzde de eserlerinde Gülhane’de müzenin önündeki alanda da bu haritanın, dünya haritasının bir üç boyutlu, yani küresel halini gösteren sunumlardan da görülebilir. Önemli bir şeydir bu, böyle bir dünya haritasını yapılmış olması. Daha sonra mesela Kristof Kolomb ve Amerika'nın keşfi meselesi vardır. Şimdi Kristof Kolomb’a baktığımızda onun bir normal bir denizci olduğunu görüyoruz ve o dönemde ondan çok daha iyi denizciler, çok daha iyi haritacılar olduğunu da biliyoruz o dönemde. Fakat Kolomb cesur bir insandır ve Batı’ya giderek Doğu'nun zenginliklerini elde etmeyi amaçlamıştır. Hatta hepimiz biliriz ki o Amerika kıtasına ulaştığında orayı Amerika değil Japonya, Karayipler’i ve Küba'yı Japonya zannedecektir. Coğrafi bilgisi o kadar azdır. Ancak Fuat Hoca yapmış olduğu coğrafya ve haritalar üzerine yapmış olduğu derin çalışmalar sonrasında Kristof Kolomb’tan önce Batı Afrika'daki Müslüman denizcilerin Brezilya, yani Güney Amerika doğu sahillerine ulaştığı, buraya gidip geldikleri ve burada ticaret yaptıklarını ortaya koyacaktır. Burada şu yanlış anlaşılmasın, yani Kristof Kolomb Amerika'yı keşfetti demek yanlış değil. Ama Christoph Columb’dan önce Müslüman denizciler zaten Amerika’yı biliyorlardı ve onlara ait bilgiler zaten bir şekilde Christoph Columb’a da ulaşacaktır. Bunu da kendisi hem Kristof Kolomb söyler hem de Piri Reis ünlü dünya haritasında bunu anlatır. Dolayısıyla burada bu tespit çok önemlidir. Bu tespit çok önemlidir, yani Kristof Kolomb’un ilk Amerika'ya gittiği veya ilk defa Amerika'ya giden bir Batılı olduğu şeklindeki düşünce revizeye muhtaçtır ve bu delilleriyle ispat edilmiştir. Bunun dışında zaten dünyanın büyüklüğü tam olarak Müslüman alimler, mühendisler tarafından tespit edilince Bîrûnî özellikle 11’inci yüzyılda, 10’uncu 11’inci yüzyılda yaşamış olan Bîrûnî; Büyük alim Bîrûnî, Asya ve Avrupa arasındaki Büyük Okyanus'ta muhakkak bir ana karanın da bulunması gerektiğini ileri sürecektir. “Yoksa” diyecektir, “gelgit olaylarında dünya her defasında sular altında kalır”. Bu tabii ki tecrübelerine ve gerçekten dünyanın boyutlarının, denizlerin büyüklüğü konusunda çalışan Bîrûnî için kolay bir tespitti. Ancak bu keşif Kristof Kolomb’a nasip olmuştur. Bunu da muhakkak suretle belirtmek gerekir.

“Bu bir meydan okumadır ve istediğimiz kadar hamaset yapabiliriz çünkü bu gerçektir”

Dünya bilim tarihi platformunda özellikle de İslam ve Doğu bilimleri tarihi üzerine çalışan bilim insanları zaten onun değerini çok iyi biliyorlar. Referanslarında ve çalışmalarında ona atıflar yapıyorlar. Bilim tarihi platformunda İslam bilimi üzerine çalışan dünya bilim tarihçileri zaten çalışmalarını Fuat Sezgin hocamızın eserlerini ve çalışmalarını referans veriyorlar. Onların zaten Fuat Sezgin Hoca’yı çok iyi tanıdıkları, yaptıklarını çok iyi bildiklerini biliyoruz. Ancak bu çok geniş bir kitle değil. Elbette özellikle ülkemizde; yani Türkiye'de, İslam dünyasında hala 19’uncu yüzyıldan beri devam edegelen İslam dünyasında bilimsel çalışmaların yapılmadığı, bütün çalışmaların Batı’da gerçekleştirildiği imajını biz kendi genel toplum içerisinde kıramadık. Artık İslam dünyası yeni bir uyanışa yeni bir mücadeleye başlıyor. Bunu hatta bir meydan okuma olarak da düşünebiliriz. Hiçbir şeye mecbur olmadığımızı ve bugün içinde bulunduğumuz dünyanın ilk modern bilim ve teknolojinin İslam dünyası tarafından geliştirildiğini anlamak ve anlatmak. Elbette bu hususta bu çabayı takdirle karşılamak lazım ve bazılarının söylediği gibi birtakım kesimler işte bu kadar alt tanıtıma ne gerek var şeklinde birtakım söylemlerde buluyorlar. Ama arka planda yatan aslında bir meydan okumadır. Yani İslam bilim tarihi yeniden incelenmeli ve burada gelecek için çok önemli ilham kaynakları, çok önemli bilimsel bilgiler ve çok çok önemli bir özgüven imkânı olduğunu görmek lazım. Mesela Ebü’l-İzz el-Cezerî‘yi ele aldığımızda, ki burada istediğimiz kadar hamaset bile yapabiliriz, hepsi gerçek çünkü.

“Projeksiyon da imkan da teşvik de mevcut, yeni şeyler yapmamız gerek”

12’nci yüzyılda, 13’üncü yüzyılda dünyanın dahi bir mühendisi olarak yapmış olduğu çalışmalar, icatları, robotları, düzenleri ve matematiksel hesaplamaları, bu hesaplamaları uygulamaya aktarışı ve yeni bir bilimsel metot ortaya konuşu ve gerçekten İslam'ın altın çağı dediğimiz dönemde ne kadar ileri bir seviyede. Günümüzde bile, bugünkü teknik imkânlarla bile yaptığımızda, taklitlerini yaptığımızda onun kadar başarılı olmadığını görüyoruz. Bu bile bizim atalarımız için ne kadar övünsek azdır diyebiliriz. Ancak elbette yeniden bir Cezerî yapmamıza gerek yok, yeniden bir Cezerî gibi çalışmamıza gerek yok. Bunlar bizim için geleceğe yönelik projeksiyonlardır ve burada gençlerimiz; bir, yapabileceklerini, iki, herhangi bir komplekse gerek olmadığını, üç, bu hususta elbette günümüzde özellikle son 20 yıldaki siyasi teşviklerinde, siyasi ortamında bunları yapmak için her türlü imkana sahip olduğumuzu gösteriyor. Gençlerimiz şunu bilmeliler, Batı’da ortaya çıkan bilimsel ve teknolojik yeniliklerin en iyisini yapmanın herhangi bir anlamı yoktur. Bizim yeni bir şey yapmamız gerekir. Çünkü atalarımız yaptılar. Biz de yeni şeyler yapmamız gerekir. Biz Avrupa'yı veya Batı’yı takip etmek yerine; bizim yaptığımız, ürettiğimiz yeni oluşturduğumuz paradigmalara göre icatlarımızı Avrupalıların takip etmesi gerekiyor. Bunun için yeteri kadar bilgiye sahibiz, yetişmiş insana sahibiz, bunu siyasi otorite de teşvik ediyor, mali imkanlara da sahibiz. Yani hani helvacı hikayesi gibi un var, şeker var, yağ var. Niye helva yapıp yemiyoruz. Helvacı da var. Ülkemizde şimdi bu işi yapacak çok önemli bilim insanları da mevcut.

“Gidin, bulun, alın, açın, okuyun. Gayretle herkes Fuat Sezgin olabilir”

Enstitü iki açıdan önemli. Bunlardan birisi sembolik olarak önemli, çünkü Fuat Sezgin adını taşımakta. İkinci olarak da İslam bilim tarihi alanında çalışacak herkesi kucaklamaktadır. Burada şunu hatta özellikle belirtmek isterim; biz Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi olarak vakıfla da yani Fuat Sezgin Vakfı ile de müştereken organik bir bağ ile çalışıyoruz. Enstitü, üniversitemiz ve Enstitü tabii ki lisans, yüksek lisans ve doktora programları için hangi bir ücret talep etmemektedir. Yani bu bölümü tercih eden bir öğrenci, bir aday hiçbir masrafa girmeden bu üniversiteye kayıt olabilir. Artı, başarısına göre kendisine önemli bir miktarda burs tedarik ediyoruz. Bu da önemli. Aynı şekilde yüksek lisansta; doktorada da 12 ay süresince ve ciddi miktarda, neredeyse asgari ücrete yakın bir miktarda burs veriyoruz. Bununla da yetinmiyoruz, lisede İslam bilimi tarihi ile ilgili olarak çalışan gençleri teşvik ediyoruz. Onlara da burs sağlıyoruz. Kaldı onu da bir tarafa bırakın; üniversitede olmayabilir, herhangi bir kurumda çalışmayabilir, lisede de olmayabilir ama dışarıdan başka mesleği yaparken bile veya başka bir alanda çalışırken bile İslam bilim tarihi ile ilgili bir projesi olanlara biz yine destekliyoruz maddi, manevi her türlü desteğimizi orta koyuyoruz. Hedefimiz kütüphanelerimizde raflarda duran, şimdiye kadar kapağı açılmamış çok önemli bilim eserlerimizin gün yüzüne çıkmasıdır. Bunların da nerede olduğu, ne durumda olduğunu zaten Fuat Hoca bize söylüyor eserinde. Gidin, bulun, alın, açın okuyun. Hatta birçoğunu kendisi faksimile olarak zaten neşretmiş durumdadır. Yani her şey elimizin altındadır; bize sadece biraz gayret, biraz iştek, biraz cesaret, biraz da özveri gerekiyor. Bunlar olduktan sonra İslam dönemine ait bilimsel eserleri ortaya çıkarmamız lazım. Elbette bu topyekûn bir harekettir. Sadece bu eserlerin okunması hiçbir şeydir. Bunların ilkokuldan başlayarak ders kitaplarında zikredilmesi, matematik problemlerinde veya fizik problemlerinde ve astronomi problemlerinde bundan örnekler verilmesi ve gençlere özellikle medya kanalıyla önemli bilgiler verilmesi... Çünkü bir insan gördüğü objeyi anlayabilmesi, idrak edebilmesi onunla ilgili geçmişte bir şey yaşaması gerekir. Yani Hârizmî dediğimiz zaman o gencin aklında bir şeylerin oluşması lazım. Nasıl bugün Öklid deyince mesela Öklid teoremi geliyorsa, Pisagor teoremi geliyorsa veya yerçekimi deyince Newton aklınıza geliyorsa hemen bağlantı kuruyoruz. Mesela Cezerî önemli. Çünkü Da Vinci, Cezerî'den 200-250 yıl sonra yaşamıştır. Bugün dünyada 3 yaşından itibaren bütün insanlar Da Vinci’yi bilirler. Ama Cezerî, Da Vinci’den çok daha önce yaşadığı halde ve çok daha önemli, çok daha karmaşık ve ileri teknolojiye sahip araçlar icat ettiği halde kimse bilmiyor. Hatta ülkemizde bile yani bu son Fuat Sezgin Hoca'dan evvel kimse bilmiyordu. Yani çok cüziydi. Fuat Hoca ilk defa onun çok önemli bir şahsiyet olduğunu bütün dünyaya tekrar tekrar vurguladı ve anlattı. Ömrünü İslam biliminin tanınması, yayılmasına harcamış bir insan Fuat Hoca ve bir asra yaklaşan ömründe elbette belki bir enstitünün yapacağı işi tek başına gerçekleştirmiştir. Tabii ki rol model alınması gerekir, ama şunu da yanlış anlaşılmasın; herkes Fuat Sezgin olabilir. Onun yaptıklarını yaparsan. Gayret, çalışma, bilgi, tecrübe ister; her şey her şey... Dolayısıyla bilim insanı olmak zor değil ama çok fedakârlık ister.