MEHMET GÖRMEZ

Büyük bir dünyanın eşiğinde

Röportajlar

Doğrusu Buhari’nin Kaynakları adlı eser bir doçentlik çalışması olarak, bir kitap olarak yayınlanmıştır ama çok muhteşem bir tarihi vardır. Akademi tarihimizde hatta İslam akademi tarihinde, hadis tarihinde çok önemli bir kaynak kitaptır ve çok güzel bir hikayesi vardır. Hoca'dan hikayeyi hem Frankfurt'ta hem Ankara'da birkaç kez dinledim, izin verirseniz ben önce bu kitabın hikayesini paylaşmak isterim. Kendisi meşhur hocası Hellmut Ritter’in de yönlendirmesiyle ilk İslam kaynaklarından Ebu Ubeyde Muammer bin Musenna’nın Mecazû’l Kur’an adlı eserinin takipli şerhi ile uğraşır, bu eserin yazması da Ankara'da Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nde İsmail Saib Kütüphanesi’ndedir. Kendisi de Ankara'ya gelir ve önce bu Mecazû’l Kur’an dediğimiz eser üzerinde araştırmalar yapar. Zaten 1950 - 1953 yılları arasında Ankara İlahiyat Fakültesi’nde tefsir asistanı olarak göreve başlamıştır. Mecazû’l Kur’an araştırırken bu arada, yazarının vefatının 210 yılında olduğunu öğrenir. Buhari'nin Sahih’inde araştırma yaptığı eserden bazı alıntılarla karşılaşır. Bunun üzerine Mecazü’l Kur'an'ı bir tarafa bırakıp Buhari üzerinde araştırmalara başlar ve Buhari'nin yazılı kaynakları üzerinde kafa yormaya başlar. Bu arada kendisince çok müthiş bir neticeye ulaşmıştır. Başta Goldziher olmak üzere oryantalistlerin İslam kitabiyatının, İslam'ın yazılı kaynaklarının yayınlanmaya başlama tarihinin, 2. asrın başlarına kadar gittiğini tespit eder ve bunun üzerine Buhari'nin önce yazılı kaynakları üzerinde araştırmalar yapar. “Buhari’nin Yazılı Kaynakları” diye bir eser yayınlayacaktır ama vardığı netice şu olur, Buhari’nin bütün kaynaklarının yazılı olduğunu görür ve böylece klasik oryantalizmin İslam kitabiyatı, özellikle hadis metinlerinin 3. asra kadar sadece şifahi olarak rivayet edildiğine,  3. asırdan sonra ancak tasnif edilip yazılmaya başlandığı iddiasını görür.

Müslüman ilim adamlarının da inandığı yanlışlar

Ve böylece klasik Oryantalizm’in, İslam kitabiyatı, özellikle hadis metinlerinin 3. asra kadar sadece şifahi olarak rivayet edildiğini, 3. asırdan sonra ancak tasnif edilip yazılmaya başlandığı iddiası, Buhari üzerinden ilmi olarak tamamen çürümüş bir görüş olarak, reddedilmiş bir görüş olarak ortaya çıkar ve bunun üzerine, Hoca çalışmasını “Buhari’nin Yazılı Kaynakları” diye adlandırır. Bizim hadis tarihimizde kitabet, tedvin ve tasnif diye üç dönem vardır. Yani, hadislerin yazılmaya başlandığı dönem, ki sahabeden başlamıştır. Tabiûn döneminde artmıştır. Efendim İbn Şihab ez-Zûhri ile birlikte, tedvin dediğimiz yani dağınık yazıları iki kap arasına getirme dönemi başlayacaktır. İkinci asrın başlarından itibaren ise artık tasnif dediğimiz yazılı literatür başlayacaktır.

Böylece Buhari’nin kaynaklarıyla Fuat Sezgin hoca aslında hem hadis tarihinde, hem İslam kitabiyatı tarihinde önümüze konulan ve artık biz müslüman alimlerin de inanmaya başladığı bir yanlışlığı ortadan kaldırmış olur. Bu arada sık sık kullandığı Brockelmann’ın Arap Edebiyatı Tarihi diye kısa adı G.A.L olan Arap Edebiyatı tarihine müracaat eder çünkü ilk bütün yazma eserlerin bibliyografyasını içeren bir kitap ve bizim de, biz müslümanların da elimizde en azından böyle bir kitap yok. Fakat kendisi o araştırmacı yönüyle Brockelmann’ın da eksiklerini görür ve bu eksikleri tamamlamaya çalışır. Sonra da hocası ile görüşerek bu eksikleri tamamlamak için aslında bir komisyon kurulmasını önerir. Komisyon kurulamaz ama kendisi bir komisyon olur.  Kısa adı G.A.S olan Arap kitabiyatı tarihi dediğimiz, efendim 17 cilt yanılmıyorsam bibliyografik eserini daha sonra Kral Faysal ödülünü alan ve dünyada da artık herkesin el altı kaynağına dönüşen eserini hazırlar. Onu da sadece Türkiye'de değil bütün dünyayı dolaşarak. Bu arada başlarken sadece dini ilimler üzerinde durmuştur, fakat dünyanın kütüphanelerini dolaşıp topyekün bir İslam literatürü tarihi, bir İslam kitabiyat tarihi yazmaya kalkıştığında ve bu sefer matematik, astronomi, kimya, coğrafya, efendim dini ilimlerden aklı ilimlere kadar yani bütün ilimlerin bibliyografyasını ortaya çıkarmaya çalışır. Bunun için iki önemli vasıf lazım. Birisi bütün bu kütüphaneleri inceleyecek yabancı diller lazım. Bütün bu dilleri öğrenir. Latince’den Fransızca’ya, İngilizce'den efendim İbranice’ye kadar bütün bu dilleri öğrenir. Ve bir de tabii büyük bir emek çaba gerekiyor, gidip bu kütüphanelerin tozlarını yutmak gerekiyor tabiri caizse. Bütün ülkelere gidip, bütün bu kütüphaneleri dolaşarak,  G.A.S dediğimiz Arap Kitabiyatı tarihini, İslam literatürü bibliyografyasını ortaya koyar.

Bilimler tarihi yeni baştan!

Peki bununla ne neticeye ulaşır, bununla ulaştığı netice ise, Fuat Sezgin hoca merhumu şahsında bir ilim adamının, bir medeniyetin tarihine nasıl damga vurulacağını gösterir. Ne yapar, bütün bilimler tarihi kitaplarının değiştirilmesi gerektiği hakikatini ortaya çıkarır. Batılıların, Batı merkezli bilim tarihinin büyük yanlışlarla dolu olduğunu, İslam medeniyetinin büyüklüğünü ve İslam medeniyetinde bütün bu ilimlerde yapılan büyük çalışmaları, bu çalışmaların Batı’ya nasıl intikal ettiğini ve Batı medeniyetinin oluşumunda da müslümanların katkısını bütün yönleriyle ortaya koyarak bir bilim adamının hem kendi medeniyetine, kendi kültürüne hem de bütün insanlık tarihine ve bilim tarihine nasıl katkı yapılacağını gösteren bir hayat ortaya çıkar.

Tek sevdası ne idi?

Ben hayatımda bu kadar tarihi ve medeniyeti ile gurur duyan bir İslam alimi görmedim. O kadar yüksek gururdu ki zaman zaman bazıları bunu kibir zannederdi.  Hayır, bu ilmin ona kazandırdığı yüksek bir özgüvendi. Ve o bu özgüvenini müslümanlara kazandırmak için de çok yoğun çaba sarf etti. Yani sadece kütüphanelerde araştırma yapan bir akademisyen olarak kalmadı. Aynı zamanda bundan elde ettiği neticeleri, başta kendi doğup büyüdüğü ülkesi olmak üzere ama aynı zamanda kovulduğu ülkesi olmak üzere, bu ülkeye kazandırmak için çok yoğun çaba sarf etti. Benim şahsen resmi görevlerim esnasında sık bir mesaim oldu. Hemen hemen her hafta bazen her gün telefon görüşmelerim oldu. Bu görüşmelerde onun tek sevdası, fani hayatı bitirip baki hayata geçmeden önce elde ettiği bütün birikimini kurumsallaştırarak kendi ülkesine kazandırmak oldu.

Bunun için çok çaba sarf etti. Çok şükür elhamdülillah, Sayın Cumhurbaşkanımızın da bizzat karşılık vererek kendisini kabul edip, efendim önemsemesi ile birlikte işte Gülhane'de İslami Bilimler Müzesi’nin kurulmuş olması, eserlerinin tercüme edilmeye başlanması. Hatta belki henüz bilinmiyor aynı müzenin bir başka versiyonu da Ankara için hazırladığı Diyanet Vakfı ve Ankara Belediyesi işbirliğiyle. O zamanki belediye başkanımız Melih Gökçek Bey’in de büyük katkılarıyla hazırlandığı, onlar şu anda Ankara'da hazır bekliyor.

Bir dünya görüşüne sahip olmayan Müslümanlık, İslam’ın teklifini dünyaya yapamaz

Fuat Sezgin hoca yazdığı eserlerle en azından yön değiştirecek bilimsel zemini hazırladı. Henüz yaptığı çalışma ortaya koyduğu teoriler, fikirler İslam dünyasına yön verebilmiş değil. Ama bu yönü verecek bilimsel bir zemin hazırladığını düşünüyorum. Aslında İslam dininin bütün insanlığa daima sunduğu bir teklifi var. Bu teklif sadece bir itikada ve inanca sahip olmakla sunulamaz. Öncelikle insan, evren, kâinatla ilgili bir dünya görüşüne sahip olmamız gerekiyor. Yani inandığımız değerler doğrultusunda bir dünya görüşüne sahip olmayan müslümanlık, İslam’ın teklifini dünyaya yapamaz. Bu dünya görüşünü teklif edebilmesi için bizim insan, toplum, evren, alem tasavvuruna sahip olmamız lazım. Bunun için de bilgi, değer ve felsefe üretmemiz lazım. Aslında Fuat Sezgin hoca çalışmalarıyla bize bunu gösterdi. Ben şahsen hem Ali Bardakoğlu hocanın döneminde hem de benim görev yaptığım zamanlarda Diyanet İşleri Başkanları ile görüşürken tek konusu vardı; ahlak. Kimse bunu bilmez bunu da ifade etmek isterim.

Sahip olduğumuz dindarlık, hayatımızda görünecek şekilde yüksek ahlak üretmeli

Yani o müslüman nesillerin iki şeye ihtiyacı olduğunu söylerdi. Bir, kendi tarihlerine yüksek bir özgüvenle bir medeniyet perspektifi ile bakmaları. Aşağılık kompleksi, Batı medeniyetine karşı aşağılık kompleksinden kurtulmaları. İkincisi de, sahip oldukları dindarlığın, yüksek ahlak üreterek bunu dünyaya göstermeleri kendi hayatlarında göstermeleri. Bu ikisinden sonra ise bunlara dayanarak bilgi üretmeleri, ahlaki hayatlarına dayanarak değer ve felsefe üretmeleri. Bunu yapmadığımız zaman, bizim bir dünya görüşüne sahip olamayacağımızı, dünya görüşüne sahip olamayan bir ümmetin, bir milletin de insanlığa teklifinin olamayacağını söylüyor. Son 200 yıllık serüvenimizde bence bizim en büyük eksiğimiz bunlardı. Fuat hoca bunları çok iyi tespit etmişti. O, hayatının son on yılında 94 yıllık hayatının son on yılında bana demişti ki; “Türkiye'de ne zaman bir konferans talebi olsa ben icabet etmek istiyorum. Ne zaman bir televizyon programı daveti olsa ben icabet etmek istiyorum. Çünkü artık bu son on yılda yaşadığım bütün bu tecrübelerden edindiğim hususları milletimin evlatlarıyla daha fazla paylaşmak istiyorum” diyordu. Ve bunu da fazlasıyla yaptı diye düşünüyorum.

Müslümanlar olarak bilgi ve fikir üretmiyoruz, tüketiyoruz. Üretmeliyiz!

İslam, kendi mensuplarından yani İslam ümmetinden tarihin öznesi olmasını istemiştir Ama bu öznellik bir hegemonik özne olmak manasına gelmiyor, yani güç ve iktidar ile özne olmak değil ürettiğimiz bilgiyle, düşünceyle, fikirle, değerle ve ahlakla özne olmayı bizden istedi. Bizim son iki yüz yıllık serüvenimizde biz tarihin öznesi olmaktan korktuysak bunlardan dolayıdır. Ama aynı zamanda Fuat hocanın hazırladığı o zemini dikkate aldığımızda az önce de ifade ettiğim gibi sadece üretilen bilginin tüketicisi olmak yahut üretilen değerlerin tüketicisi olmak bir toplumu çöküntüye götüren hususlardır. Bunu dikkate alarak öncelikle Fuat hocanın eserlerinde ortaya koyduğu bir tarih perspektifi, bir tarih bilincini gelecek nesillere kazandırmak için eğitim sistemimizi gözden geçirmemiz gerekiyor. Bu tarih bilinci ile beraber bir medeniyet perspektifi, ta ki insanlar onu sık sık ifade ettiği, bu mağlubiyet psikolojisinden, bu eziklikten kurtulmaları. Ve yüksek bir özgüvenle kendi tarihlerini, kültürlerini medeniyetlerinin okumaları. Ve tabii ki tarihi sadece övülmek için başvurulacak bir şey değil. Oradan aldığımız dersler ve ibretler ile çöküntü yaşadığımız bütün yerleri tespit ederek yeniden nasıl ayağa kalkabileceğimiz üzerinde düşünmeye başlamak, üretime başlamak. Müslümanlar olarak üretmiyoruz, tüketiyoruz. En çok da bilgi üretmiyoruz, fikir üretmiyoruz, değer üretmiyoruz. Bu üretimlere çokça önem vermemiz gerektiğini ifade etmek isterim.

“Bir Müslüman günde en az 17 saat çalışmalıdır”

Benim Fuat Sezgin hocamla görüşmelerimde benim de kendime yaptığım bir dua var. “Allah'ım, bu yaşlara geldiğimde, bana da bu ilim aşkını, en az Fuat hoca kadar nasip et” diye dua etmiş Yani bir insanın 90 yaşına geldikten sonra, kütüphaneye girdiğinde, efendim o az önce ifade ettiğim ilmi keşifleri elde ettiğinde duyduğu aşkı, heyecanı aynı ile koruduğunu görmek beni çok şaşırtmıştır, bu bir. İkincisi, her talebesi sormuştur zannediyorum, ben doğrudan talebesi olmadım ama talebelerinden çok duydum fakat o soruyu bana da sordu. “Mehmet Bey’ciğim, günde kaç saat çalışıyorsun.” Şaşırdım tabi. “Hayat kısa, yapılacak iş çok, bir Müslüman günde en az 17 saat çalışmalıdır”. Bunu sık sık vurgulardı. Özellikle, din - ahlak ilişkisi, dindarlık - ahlak ilişkisi benim şahit olduğum, görüşme yaptığım zamanlarda en çok üzerinde durduğu vurgu olmuştur.

“Bana verdiğiniz dakikadan itibaren ben bu salonda sizi ayakta bekliyorum”

Diğer bir husus da, dakikliği… Herhalde hayatında herhangi bir randevusuna bir dakika geç veya erken gitmemiştir. Bunu sürekli söylerdi. Bir defasında Frankfurt’taki enstitüsüne zannediyorum, on – onbeş dakika kendisine söylediğimiz vakitten geç gittik. Sadece şunu ifade etti. “Bana verdiğiniz dakikadan itibaren ben bu salonda sizi ayakta bekliyorum” dedi. Dolayısıyla bütün bunlar aynı zamanda bir müslümanın hayatında olması gereken güzellikler diye düşünüyorum.

Fuat Sezgin hoca, en son kitabına bir mukaddime yazıyor. Yani bu bilimler tarihi kitabının metodolojisi diyebileceğimiz bir mukaddime yazıyor. Mukaddime yazmak için de kütüphanesine gömülüyor, fikirlerinin yoğunlaştığı, üzerine tam eğildiği ve yazmaya başladığı bir zamanda Alman cumhurbaşkanı telefonla hocayı arıyor. Sekreter içeri giriyor, diyor ki, “efendim, sayın Cumhurbaşkanım sizinle görüşecek” diyor. Fuat hoca, “15 gün sonra” diyor görüşmüyor. 15 gün sonra dediği, çalışmayı bitiriyor. Efendim koyuyor bir yere, sonra diyor şimdi bağlayın bana Alman Cumhurbaşkanını, bağlıyorlar. “Efendim kusura bakmayın, o tarihte ben çok yoğun ilmi, akademik bir çalışmaya gömülmüştüm, bölünür diye endişe ederek telefonunuza cevap vermemiştim, şimdi buyurunuz” diyor. O da diyor ki, “İran Cumhurbaşkanı Hatemi gelecekti, onunla ne yapalım, ne konuşalım diye istişarede bulunacaktım, ama o da geldi gitti, ona gerek kalmadı, teşekkür ederim” diyor. Bu da aynı zamanda işte o dakikliğini anlatan çok enteresan bir hadise.

Oryantalizm’in bıraktıkları

Ben klasik oryantalizmi ve şarkiyat üzerinde yapılan araştırmaları hep ikiye ayırırım. Bir kısmı üzülerek belirtmek isterim ki sömürge amaçlıdır. Yani zaten bir sömürge dünyası inşa edilmiştir. Bu dünyanın tanınması lazım, o dünyanın antropolojisinin tespit edilmesi lazım. O dünyada kalıcı olabilmek için o dünyanın dinini, kültürünü, yaşantısını, tarihini, medeniyetini bilmek gerekiyordu. Ve sömürgecilikle oryantalizm el ele hatta kısmen misyonerlik faaliyetleri ile el ele yürüdü. Edward W. Said, Oryantalizm kitabıyla bunu bütün yönleriyle ortaya koydu. Ama bir taraftan da tıkanan noktada edebiyatından ve bilimler tarihinden yapılanlardan istifade etmek için de bir çaba olduğunu söyleyebiliriz. Yani bu iki ayrı damar, ayrı amaçlar, ayrı gayelerle şarkiyat üzerine eğilmiştir. Ve bunların bir kısmı gerçekten faydalı olmuştur. Biz de onlardan istifade etmişizdir. Nitekim sadece az önce anlattığım Fuat hocanın hayatı dahi o çalışmaların eksikliğini görerek ortaya çıkmıştır. Ama bir kısmı da bizim dünyamızda bazı parçalanmalar meydana getirebilmeyi başarabilmiştir.

Klasik oryantalizmi hadis araştırmalarına sevk eden sebepler üzerinde durmuş, çalışmış bir insan olarak doğrusu farklı coğrafyalarda, farklı kültürlere sahip müslümanlar arasında yeknesak bir kültürün oluşmasına öncülük yapan temel kaynağın sünnet ve hadis olduğunu tespit ederek, müslümanların tarihini ve antropolojisini okumanın yolunun sünnet ve hadis okumalarından geçtiğini bilerek hadis araştırmalarına yönelen pek çok oryantalistin varlığını biliyorum. Nitekim Leiden üniversitesinde ilk defa hadis indeksini, yirmi yıl emek vererek hazırladılar.  Ama dediğim gibi bilhassa belli bir kısmında daha çok objektif, insani amaçlarla, insanlığın ortak tarihinin ortak ürünleri olduğunu görerek yapılan çalışmalar olduğunu, dikkate almak gerektiğini ifade etmek isterim.

Değiştirmek istediği garabet neydi?

Hz. Ömer döneminde Suriye, Irak, Mezopotamya, Sasani, İran, Roma, Bizans, Mısır bütün medeniyet merkezleri İslam topraklarına katıldı. Müslümanlar bu dünyaları fethettiğinde ellerinde Kur'an'dan başka hiçbir kitapları yoktu. Ama bu dünyalarda ise 2000 yıldır bilim üretiliyordu, felsefe üretiliyordu. Doğrusu Kur'an gibi insanı düşünmeye, tefekkür etmeye, araştırmaya, soruşturmaya teşvik eden bir kitabın, müminlerin dünyasında bilim ve felsefe daha fazla inkişaf etmiştir. Ve inkişaf eden bu bilim ve felsefe daha sonra Batı’ya yine müslümanlar marifetiyle aktarılmıştır. Bu tarihi bir hakikattir ve Fuat Sezgin hocanın ciltler dolusu kitabı da bilimsel olarak bütün bunları ortaya koymuştur. İşte bunu bir tarafa bırakarak bilim tarihini, medeniyet tarihini, dünya tarihini, insanlık tarihini Batı merkezli olarak inşa etmek yakışmamıştır. Yakışmayan bir şey de bizim de aynı merkezli anlayışı alıp müfredatımıza koyup çocuklarımıza öğretmemiz ise asıl en büyük garabet orada ve işte Fuat Sezgin’in değiştirmek istediği garabet de bu garabet olsa gerek diye düşünüyorum. Tekrar rahmetle yad ediyorum, Cenabı Hak kendisine rahmet eylesin, nice nice Fuat Sezgin’lerin yetişmesini millet olarak bizlere müslümanlara nasip etsin diyorum.