MEHDİ YENİDOĞAN

Tam da oradan başlamalı!

Röportajlar

Hocamla ilk tanışmam, Süleymaniye Kütüphanesi yıllarıma dayanıyor. 2010’lu yıllarda hocamın da son dönemi diyebileceğimiz akademik yaşantısında son dönemi diye diyebileceğimiz yıllar. Hocamız o dönemler (G.A.S) 16 ve 17. cildi üzerine çalışıyordu. Ve bununla ilgili yazmalar talep ediyordu. Bununla ilgili bize sürekli müracaatta bulunup teşrik-i mesaide bulunuyorduk. Orada kendisine özel bir oda ayırıp, gün boyunca onun çalışmalarında ona yardımcı olmaya çalışıyorduk. Öncelikle hocamızla ilgili birkaç kelam etmek istiyorum. Hocamızın değeri ile ilgili, Fuat Sezgin'i, Fuat Sezgin yapan değerler ile ilgili birkaç kelam etmek istiyorum müsaade ederseniz. Kalifiye adam meselesi, bizim ülkemizde kalifiye adam, kalifiye insan yetiştirme, kalifiyelilik ile ilgili birkaç husus ile ilgili bir anekdot geliyor aklıma. Churchill’in bir kıssası vardır. Hindistan sömürgesinde Churchill’e bir soru yöneltilir. “Sayın Churchill, Hindistan sömürgesi mi tercih edersiniz, yoksa İngiliz donanması mı tercih edersiniz, seçim şansınız olsaydı hangisine sahip olmayı tercih ederdiniz?” şeklinde.  Churchill, “kesinlikle İngiliz donanmasını tercih ederdim tabii ki” der. Bunun nedenini sorduklarında, “çünkü İngiliz donanması bana ait olduğunda ben bir kez daha, bir kez daha, birçok kez belki de Hindistan gibi bir sömürge fethedebilirim” der.  Akabinde bir diğer soru da, “İngiltere'yi bir devlet olarak, bir ülke olarak, milleti ile birlikte mi tercih edersiniz, yoksa İngiliz donanmasını mı tercih edersiniz?” diye bir soru yöneltildiğinde “İngiltere'yi tercih ederim, millet olarak ona sahip olmayı isterim” der. Bunun nedeni de, “çünkü ben İngiltere'ye sahip olduğunda birçok bu şekilde kalifiye, donanımlı bir İngiliz donanmasına sahip olabilirim, bunu yetiştirebilirim” der. Son soru da “peki Shakespeare mi tercih edersiniz, ona sahip olmayı mı, yoksa vatan olarak İngiltere mi?” der.  Orada da son cevabını verir. “Tabii ki de Shakespeare 'e sahip olmayı tercih ederim” der, çünkü, “bu olduğu takdirde ben İngiltere'yi bir vatan olarak, bir toplum olarak, bir kültür olarak inşa edebilirim” der.

Kuruluşun mazi ve âtisi

“Mazisi olmayanın atisi olmaz” der büyük düşünürlerimiz. Fuat Sezgin, Süleymaniye kütüphanesinde mazinin derin derelerine dalmış bir şekilde hep aklıma gelir rahmetli hocamız. Ve kütüphanemize geçtikten sonra da, Prof. Dr. Fuat Sezgin ve Dr. Ursula Sezgin Bilimler Tarihi Kütüphanesinde çalışmalara başladıktan sonra da o günleri aklıma gelir, orada o mazinin derin derelerinden çıkan ve âti'yi bugün oluşturmaya çalışan hocamızı tahayyül ederim. Yine Necip Fazıl üstadımızın çok güzel bir sözü vardır. Kalifiye adam, kalifiye insan yetiştirmeye, dava adamı olma bir gaye-i hayal olması ile ilgili. “Tomurcuk derdinde olmayan ağaç odun olarak kalmaya mahkumdur” şeklinde. Yine Sabahattin Zaim’in, “güzel insanlar güzel müesseseler kurar. Bu güzel müesseseler de güzel insanları yetiştirir, bu güzel insanlar da toplumu şekillendirir” şeklinde. Çok güzel özetleyen hocamızla bağdaştırdığımız, çok güzel kalifiye insan yetiştirme ile ilgili çok güzel sözleri aklıma gelir. Süleymaniye kütüphanesinden, Bilimler Tarihi Kütüphanesine geçiş sürecinde ise tabii şöyle bir durum var. Hocamızın kütüphane ile ilgili hayalinden bahsetmek isterim öncelikle. Hocamızın kütüphane ile ilgili hayali aslında belki de kendisinin adını 147’likler listesinde 60’tan 27 Mayıs'tan sonra görmesinden sonra şekillenmeye başladı diye, tarif ederim. Bunun nedeni, çünkü bir hicret var, bir vatanından koparılma durumu hadisesi aşikar ve bu andan itibaren ben vatanıma geri dönmeliyim, bu vatana benim borcum var, bunca yıllık emeğimi, ben bu vatan için biriktirdim, şeklinde. Bu kütüphanenin ve müzenin de kuruluşunu ben bununla bağdaştırırım hep.

Kütüphane nasıl kuruldu?

Hocamızın 2005 yılında ülkeye yavaş yavaş avdet etmesi ile gelişen süreçte ufak bir tedirginliği var. Bunun nedeni ise maalesef ki uzun yıllar oluşan bir hasret, vatanından koparılış süreci ve ülkenin acaba hala eski zamanlarda mı bu ülke, şeklinde bir kaygısı mevcut. Bu kaygıdan kaynaklı bir endişesi var. Çok doğal, çok normal bir endişe bu. Bu durumda kim olsa bu endişeye sahip olabilir diye düşünüyorum. Bununla birlikte tabii bu tanışıklıktan sonra gerek Cumhurbaşkanımızla gerek yetkili mercilerle burada hakikaten elini taşın altına koyan üst düzey bürokratlarımız ve vakıf yöneticilerimizle tanıştıktan sonra bu süreç kısa bir sürede açılıyor ve müze ilk etapta 2008 yılında açılıyor. 2010 yılında İslam Bilim Tarihi araştırmaları vakfı İBTAV kuruluyor. Ve akabinde 2016-2017 süresi içerisinde o yıllarda kitapların geliş süreci. Almanya'dan ve bu kütüphanenin restorasyonu ile birlikte tamamlanmaya başlıyor. Kütüphane eski telgrafhane binası olarak geçiyor. Tarihi bir yapı. Bizzat hocamızın tercih ettiği bir bina. Kütüphaneye geçecek olursak kütüphanenin içeriği ile ilgili kütüphaneyi müzeden ayıramıyorum ben.  Tarif ederken bir kompleks olarak düşünüyorum. Bir üniversite kampüsü gibi düşünüyorum. Hocamızın da hayali buydu. Yani şöyle anlatabilirim kütüphanede araştırmasını yapan araştırmacı, okuyucu, burada yaptığı araştırmaların minyatürünü canlı olarak buradan çıktıktan sonra müzeye gidip onları temaşa fırsatına sahip oluyor. Bu açıdan da çok güzel bir tamamlanma oluyor müze ve kütüphane arasında bir kompleks olarak. Kütüphanede yaklaşık 23000 civarı eserimiz mevcut. Bunlar Almanya'dan gelen, hocamızın sahip olduğu, bizzat kendinin sahip olduğu koleksiyonu eserleri. Malum olduğu üzere bunlar Almanya'dan gelen eserlerin yaklaşık üçte biri, üçte ikisi de yakınını Almanya'daki enstitü şu anda Frankfurt'ta. Kayyum atanan enstitüde maalesef. Onların geliş süreci devam ediyor, hukuki süreç devam ediyor. İnşallah ümitvarız en kısa sürede onlar getirilecek. Bu konuda da bir kaç kelam etmek istiyorum. Yaklaşık 50 - 60 bin dediğiniz gibi eserimiz gelecek olanlarla birlikte tamamlanacak. Kütüphane yapı olarak da kapasite olarak da şu anda iki kat şeklinde düşünülmüş. Şu anda alt katı tamamen dolmuş durumda, gelecek olan eserler ile birlikte bir de ara katımız mevcut bu ara kat ve üst katta gelecek olan eserleri de dolduracak şekilde tasarlanmış durumda kütüphanemiz. Geliş süreci ile ilgili birkaç kelam etmek istiyordum. Alman Cumhurbaşkanı ile hocamız hayattayken o yazışmalar yapıldı. Kitapların getirilmesi konusunda. Kitaplara el konulma hususu bizzat Cumhurbaşkanımızın talimatı ile şu anda devam eden süreçte hocamızın da Alman Cumhurbaşkanı ile yazışmalarına şahitlik etmişliğim var. Orada Alman cumhurbaşkanının cevabi yazılarını görmüşlüğüm var. Bu konuda hakikaten çok trajik cevaplar verilmiş durumda Alman merciler tarafından. Yani burası bir hukuk devletidir, hukuki süreçtir ve biz müdahale edemeyiz tarzında. Hakikaten böyle hem karşı tarafı, rencide edici. Çünkü bu kitaplar en nihayetinde bizzat hocamızın sahip olduğu kendi eserleri. Yani burada çok açık söylüyorum bir gasp var, bir hak ihlali var. Çok aşikar bir şekilde. Hakikaten yani ne derece demokratiktir acaba bu demokrasi naraları atan kişilerin ne derece demokratik olduğu.

Kitap rafları arasında

Kütüphanemiz kuruluş aşamasında, kataloglama aşamasında olmasına rağmen çok rağbet var şu anda yerli ve yabancı araştırmacıdan. Bilhassa Ortadoğu'da gelen yabancı araştırmacılar. Her gün hemen hemen kütüphanemiz faaliyete geçti mi çalışmalara başlamak istiyoruz şeklinde isteklerden bulunuyorlardı bizi çok memnun ediyor bir kere. Hala kataloglama çalışmaları devam ettiği için bunu tam zamanlı olarak en kısa zamanda çıkarmayı düşünüyoruz. Çıkaracağız inşallah, tasnifleme çalışmaları kataloglama çalışmaları tamamlandıktan sonra. Yaklaşık üçte birinin kataloglanması tamamlandı diğer kısımlarının da kataloglanması tamamlandıktan sonra inşallah en kısa sürede tam zamanlı olarak faaliyete geçeceğiz. Kütüphanenin içeriği ile ilgili birkaç husustan bahsetmek istiyorum. Ben kütüphaneyi 5 bölümü ayırıyorum. Birincisi hocamızın telif eserleri. İkincisi tıpkıbasımlar ki bunlar ikiye ayrılıyor, matbu tıpkıbasımlar ve yazma tıpkıbasımlar olarak ikiye ayırıyorum ben bunları. Üçüncüsü, hocamızın ömrü boyunca topladığı dünyanın dört bir tarafından koleksiyonu ve süreli yayınlar. Dördüncüsü, gerek geçmişte yayınlanmış yayınlar ve gerekse de yakın zamanda yayınlanmış yayınlar. Ve son olarak da yazma eserler. En can alıcı kısmı kütüphanemizin. Bu yazma eserlerden başlamak istiyorum, ne tarz yazma eserlerimiz var? Örneğin hocamızın dünyanın dört bir tarafından ve bilhassa Süleymaniye'den edindiği yazma eserler, çok değerli yazma eserler bunlar. Örneğin Müsenna'nın çok değerli bir eseri var. Yaklaşık hicri 687 tasnifli bir eseri var. Bu da yaklaşık 750 yıllık bir eser olduğunu gösteriyor bize. Bu eser Emevi döneminden kalma, iki ünlü Emevi şairinin birbiri ile hicivsel çatışmasını konu alan bir eser edebi eser. Arap edebiyatı ile ilgili bir eser. Bu çok önemli bir eser, çünkü Müsenna çok ünlü bir İslam alimi, İslam bilgini bilhassa Mecazü’l Kur’an’ı hocamız doktora tezi olarak hazırlamış. Bu eser de yine bizim kütüphanemizde mevcut.  Yaklaşık yüze yakın yazma eserimiz mevcut. Bu tabii gelenlerle birlikte, şu anda Almanya'da bulunanlarla birlikte 200’ü aşkın yazma eser mevcut. Şu anda yarısına yakını burada.Özel koleksiyon bunlar tabi nadir eserler, saklanması da aynı şekilde iklimlendirme ile muhafaza ediliyor. Herhangi bir dezenformasyon olmaması açısından.

Bir günü ve son günleri : Son nefese ve ahirete kadar 1 şey

Hocamızın son dönemi malum bir buçuk seneye yakın kütüphanemizin üst kısmında geçti, hocamız gayet sade zaten, hep sadelikten hoşlanırdı. Sade bir şekilde tasarlanmış bir lojman tarzı bir odada 2 odalı, eşiyle birlikte konaklayacağı bir kısım yapıldı. Kütüphanemizin üst kısmında bu bir bir buçuk senelik kısmında Almanya'dan Türkiye'ye geldiği dönemlerde burada ikamet ediyordu. Bir gününü anlatmak isterim ben hocamızın. Bir gün içerisinde hocamız biz mesaiye sekiz buçukta başlamadan önce, geldiğimizde hocamızı aşağıda kütüphanede bulurduk, bizi karşılardı. Bizden önce dükkanı açmıştı tabiri caizse. Yaklaşık bir - bir buçuk saat aşağıda kalır bizle birlikte çalışmaları takip eder ve ondan sonra ona doğru odasına çekilir. İstirahate çekildiğini sanırdık biz. Fakat bazen ben yukarı çıktığında hocamın kitap başında bulurdum. Biz istirahatte sanırken. Daha sonra öğlene doğru bir 10 dakikalık 15 dakikalık bir öğle yemeği arası olurdu yine kütüphanemizin yan tarafında, çok kısa bir yemek arası verirdi 10 - 15 dakikalık. Yediği de çok azdı hocamızın, böyle dünyevi şeylerle pek alakası yoktu yani, efsane olarak pek bir zevk tattığı görülmemiştir hocamızın. Dünyevi açıdan tek derdi ilimdi hocamızın. Tek aşkı, tek davası İslam bilim tarihi idi. Dolayısıyla ufak yemek arasından sonra tekrar bizim yanımızda çalışmaların gerçekleştiği kütüphane kısmına gelir tekrardan bir göz atar ve yukarıda kendi şahsi ofisinin bulunduğu çalışmalarını devam ettirdiği ofisine çekilir ve orada işte G.A.S’ın 18. cildini hazırlamaya devam ederdi. Uzun saatler tabii yani bu saatler uzun saat dilimleri ve akşam yemeğine kadar hiç aralıksız çalışır hocamız. Bazen ara ara aşağıya iner bizi yine kontrol etmek amaçlı bize tavsiyelerinde bulunurdu. Akşam yemeğini yine çok kısa bir sürede yerdi, et yemekleri sevmezdi bu arada. Menüsünde hep sebze yemeklerini biz ayarladık kendisine. Tekrardan geri döner ofisine ve yatana kadar yaklaşık saat 10’a kadar kendi ofisinde yoğun bir şekilde çalışmalarına devam ederdi. Tabii bu arada hocamızın 94 yaşında olduğunu da ifade etmek isterim, bu tempoyu anlatırken, bu çalışma temposunu. Ve kendisini de yetersiz burada laf arasında konuştuğumuzda.  Hocamızın bazen güne ikide üçte başladığı görülürdü. Bu şekilde bir iş temposu, bu şekilde bir çalışma temposu vardı hocamızın. Çalışma azmini görünce ben çok duygulanırdım hakikaten. Süleymaniye'de, dediğim gibi o yazmaların arasında boğulmuş olan Fuat Sezgin'i ve o birikimi ömrünün son dönemlerinde. Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi lisans öğrencileri buraya bazı çalışmalar için geliyordu son dönemlerde. Onlara kendi tecrübelerini ve bu birikimi o yoğun birikimini anlatırken ki heyecanına ben şahit oluyordum. Çoğu zaman gerçekten tüylerim diken diken oluyordu. Yani bu inanılmaz bir aşk, inanılmaz bir deha var, insanlığı, bir dava ruhu. Yani bu çoğu kişide olmuyor ve olan da işte zaten bir elin parmaklarını geçmiyor. Fuat Sezgin oluyor bu davaya sahip olan kişiler. Son nefesine kadar hep ilimle uğraşmış, kitap başında ahirete intikal etmiş bir ömürden söz ediyoruz.